Girişimcilik ve Girişimci (3. Kuşak) Üniversite

https://d3tl80hy6t5toy.cloudfront.net/wp-content/uploads/sites/3/2014/08/07141651/most-entrepreneurial-universities-in-the-us.jpg

Hazırlayanlar: Peyman YÜKSEL ve Adil ORAN

Bu yazının orijinali ODTÜLÜ dergisinin 58. (Ekim 2015) sayısında çıkmıştır.

Bu yazıya referans vermek için: YÜKSEL, P. ve A. ORAN, “Girişimcilik ve Girişimci (3. Kuşak) Üniversite”, ODTÜLÜ Dergisi, No. 58, pp. 36-39, 2015.

GİRİŞİMCİLİK! Size de son zamanlarda her yerde girişimcilikten bahsediliyor gibi gelmiyor mu? Haberler, destekler, kitaplar, ödüller, stratejik planlar… ABD, AB, OECD, Dünya Bankası,Türkiye…

Yanılmıyorsunuz, girişimcilikle çok daha fazla kişi ve kurum ilgileniyor. Bunun temel sebebi KOBİlerin ve Girişimciliğin ekonomik öneminin, özellikle ekonomik büyüme, yenilikçilik ve istihdam yaratmadaki öneminin anlaşılmaya başlanmasıdır. KOBİler OECD ülkelerinde ortalama olarak şirket sayılarının %99’undan fazlasını ve istihdamın ise yaklaşık 2/3’ünü oluşturuyor. Toplam istihdamda önemli yer tutmanın da ötesinde, yaratılan net yeni işlerin çoğunluğu gene KOBİlerden kaynaklanıyor. Aslında bu net yeni işlerin kaynağı olarak tüm KOBİleri görmek tam doğru değildir. En büyük etkileri olanlar KOBİlerin içerisinde nispeten ufak bir kesim olan son beş sene içinde kurulan, yüksek büyüme hızına sahip şirketlerdir (Ceylan-Gazelle). Girişimciliğin ve KOBİlerin önemi daha iyi anlaşılmaya başlandıktan sonra, uluslararası kuruluşlar, devletler ve üniversiteler de bu konularla daha yakından ilgilenmeye başladı.

Bu ortamda, Girişimci Üniversitenin ne olduğunu, nereden geldiğini ve ne tür görevleri olduğunu anlayabilmek için üniversitelerin geçmişlerine bakmak gereklidir. Batı dünyasında 1522’den günümüze varlıklarını sürdürmekte olan 85 kurumun 70’i üniversitedir (Ehrenberg 1997), dolayısıyla üniversitelerin tarihte görülen en dayanıklı kurumlardan oldukları rahatlıkla söylenebilir. Tabii, bu üniversitelerin ortaya çıktıklarından beri hiç değişmeden kaldıkları anlamına gelmez. Hatta tersine, ayakta kalabilmek için Üniversiteler de, zaman içerisinde iç ve dış paydaşlarının etkileriyle değişimler geçirdiler. Bu değişimleri anlatabilmek için Hans Wissema Üniversitelerin tarihi gelişimini 3 ayrı kuşağa ayırır. İlk kurulan üniversiteler Bolonya (1088, resmi izin 1158) ve Paris (~1150, resmi izin 1200) olarak kabul edilir. Bunlar ve benzeri 1. Kuşak Üniversitelerin (1KÜ) görevi bilginin toplanmasına, saklanmasına ve yayılmasına katkı vermeleriydi. Dolayısıyla 1KÜ’lerin odaklarında sadece EĞİTİM bulunuyordu ve bu odaklarına uygun olarak başarılı bir şekilde faaliyet göstererek sayılarını arttırdılar. Buna karşılık, eski bilgilere odaklanmış 1KÜ’lerin çoğu uzunca bir süre gelişen bilim ve uygulama alanlarıyla ilgilenmedi ve bu gelişmeler üniversiteler dışında filizlendi.

1810 yılında 2. Kuşak Üniversitelerin (2KÜ) ilki sayılan Berlin (Humboldt) Üniversitesi ile başlayarak yeni bilgi üretilmesiyle de ilgilenen, dolayısıyla odaklarını genişleterek EĞİTİM+ARAŞTIRMA merkezli hale gelen üniversiteler ortaya çıkmaya başladı. 2KÜ’lerin merkezine modern bilimsel yöntemin yerleşmesiyle araştırma, eğitimin içerisine de girerek harmanlandı. Prensip olarak araştırma sonuçlarının dergi veya kitaplarda yayınlanarak tüm insanlığın erişimine açılması benimsendi. Ancak, 2KÜ’ler “Bilim İçin Bilim” üretilmesine inanıyordu ve bilimsel bulguların uygulamaya yönelmesi gene üniversiteler dışında oluyordu.

Çevre koşullarında zaman içerisinde yaşanan birçok değişiklik üniversiteler üzerine yeni baskılar yarattı. Birçok değişimin içerisinde belki en öne çıkanlar hızla artan öğrenci sayıları ve yükselen araştırma maliyetleri karşısında azalan veya en azından yetersiz kalan kamu kaynakları gösterilebilir. Bu değişimler karşısında 20. Yüzyıl’ın ikinci yarısında 3. Kuşak  Üniversiteler (3KÜ) görülmeye başlandı. 3KÜ’lerin odakları bu sefer yeni bir eklemeyle EĞİTİM+ARAŞTIRMA+DEĞER YARATMA şeklini aldı. Girişimci Üniversite olarak da adlandırılan 3KÜ’lerde değer yaratma ile kastedilen, bünyesinde bulunan bilgi birikimini ekonomik ve sosyal değere dönüştürmedir. Bu kurumlarda artık yapılan araştırmaların yeni ürün ve teknolojilere dönüşerek değer yaratması ve ekonomik gelişmeye katkıda bulunması da beklenir oldu. 3KÜ araştırmalarından beklentilere ek olarak, mezunlarından da beklenen sadece iş arayan değil iş ve değer yaratan mezunlar olmalarıdır. 3KÜ’lerin en başarılı örnekleri arasında gösterilen MIT ve Stanford mezunlarının kurdukları şirketler eğer bağımsız birer ülke olarak değerlendirilseler, gelirleri onları dünyanın en büyük 10. ve 11. ekonomileri yapardı. 3KÜ mezunları sadece iş kurmakla kalmıyor, genelde teknoloji odaklı inovatif işlerle ilgilendikleri için yüksek büyüme potansiyelli “Ceylan” şirketler ortaya çıkarıyorlar.

Basitleştirerek anlatmaya çalıştığımız bu Üniversitelerin Kuşaklar arasında geçişleri doğal olarak tüm üniversiteler için eş anlı olmadı ve her zaman büyük tartışmalara sahne oldu. Bahsedilen geçiş süreçleri genellikle onlarca, hatta yüzlerce yıl sürebiliyor. Hatta, günümüzde dünyaya bakınca, farklı misyonlarına uygun olarak her kuşaktan üniversiteye rastlamak mümkündür. Ancak, bu gelişmelere uyum sağlayamayan üniversitelerin zaman içerisinde elit kurumlar arasında yer almalarını beklemek gerçekçi olmayabilir.

Go to Top